TOPLUM, TOPLUMSAL YAPIYI AÇIKLAYAN KAVRAM VE KURAMLAR

Toplum Kavramı;

En basit tanımıyla toplum, bir kültür ve bölgeyi paylaşan insan grubudur. (Henslin, J.M., Essential of Sociology, Age. s.2.)

Toplumu, “gündelik yaşamın sürdürülebilmesi amacıyla çok çeşitli yapılar ve kurumlar oluşturarak, bu kurum ve yapıların belirlediği ilişkiler içinde iletişim kuran bireylerden oluşan bir topluluk olarak tanımlayabiliriz.” (Sibel Kalaycıoğlu, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, s:5 Dora Yayınları)

Durkheim’a göre “toplum, bireylerin basit bir toplamı değildir. Kendine has nitelikleri olan, özgül bir gerçekliği temsil eder”. (Durkheim, E. Toplumbilimsel Yöntemin Kuralları, Çev. C.B.Akal,B/F/S Yay. İstanbul, 1985, s.120.)

Toplumsal yaşam mevcut kültür aracılığı ile bireylerin toplumsallaşma süreçlerini öğrenmeleri üzerinden kurulur. Tüm toplumlarda bireyler toplumsal yaşamın kurallarını ve toplu yaşama ilişkin ortak davranış ve eğilimleri öğrenme, paylaşma ve toplumun bir bireyi haline gelme süreçlerini yaşarlar. Bu süreçler toplumdan topluma ve aynı toplumda zaman içinde değişmekle beraber, görece olarak tüm toplumlarda ortak olan unsurlar toplu yaşamın örgütlenmesini sağlarlar ve sosyolojide bu şekildeki toplumsal ve örgütlü yaşama “toplumsal yapı” denir.

Toplumsal yapı, toplumsal statü, toplumsal rol, toplumsal gruplar, toplumsal sınıf, toplumsal ağ, toplumsal kurumlar ve kültür gibi parçalardan oluşur.

(Tanımlar; Kültür, toplumda yaşayan insanların bütün öğrendikleri ve paylaştıklarını kapsayan bir kavramdır. Toplumsal sınıf, insanların toplumsal ve ekonomik pozisyonlarına göre bu pozisyonun bilincinde olsun veya olmasın bölünmeleridir. Toplumsal sınıflar, maddi ve kendiliğinden oluşan gerçeklerdir. Toplumsal Rol, belirli bir statüyü işgal eden kişiden beklenen davranıştır. Statü, kişinin toplumsal yapı içinde işgal ettiği konumdur. Toplumsal grup, statü ve rolleri arasında belirli ilişkileri olan iki veya daha fazla kişiden oluşur. Grup üyeleri benzer değer, norm ve beklentileri paylaşırlar. Aile, arkadaş grupları, şirketler buna örnek verilebilir. Gruplar en yaygın biçimde birincil ve ikincil gruplar olarak incelenir. Birincil gruplar, birbirleriyle sevgi, özveri gibi duygularla yaklaşan ve yoğun ilişki içinde olan insanlardan oluşur. Aile, arkadaş grupları, akrabalar gibi. ikincil gruplar ise birbirleriyle geçici bir biçimde ilişki kuran ve çıkar amacı taşıyan gruplardır. Resmî örgütler, şirketler ve siyasi partiler gibi. Toplumsal ilişkiler ağı bir bireyin hem grup içinde hem de diğer gruplar, kuruluşlar ve kurumlarla olan bütün ilişkilerini kapsayan ağdır. Toplumsal kurum, toplumun yapısı ve temel değerlerinin korunması bakımından zorunlu sayılan, nispeten sürekli kurallar topluluğudur. Belli başlı kurumlar ve yardımcı kurumlar aile, eğitim, din, ekonomi, siyaset, hukuk, boş zaman değerlendirme şeklinde sıralanabilir.)

Toplumsal Kurumlar

E. Barnes, kurumu; “beşeri ihtiyaçları tatmin için gerekli faaliyetleri insan cemiyetinin, onlar vasıtasıyla teşkilatlandırdığı, istikametlendirdiği ve icra ettiği sosyal bünye ve mekanizmalar” olarak tanımlar (MACIVER, R. M. -C. H. PAGE (1994), Cemiyet I, (Çeviren: A. Kurtkan), MEB Yayınları, İstanbul)

Dressler, toplumsal kurumu; bir toplumdaki insanların, bir ya da daha fazla uzun süreli temel gereksinimlerini karşılamalarına olanak sağlayan, davranış ve uygulama biçimlerinin kalıcı örgütlülüğü şeklinde ele alır. (ERGİL, Doğu (1984), Toplum ve İnsan, Turhan Kitabevi, Ankara)

Kişilerin temel sosyal gereksinmelerini karşılama amacıyla belirli onaylanmış ve birleştirilmiş tarzlarda oynadıkları oldukça sürekli sosyal kalıp, rol ve ilişki yapısıdır. (FİCHTER, Joseph (1990), Sosyoloji Nedir?, (Çeviren: N. Çelebi), Selçuk Ün. FEF Yayınları, Konya)

Kurumlar; Toplum hayatını düzenlemek için esas kabul edilen, kendi toplumlarındaki ve diğer toplumlardaki insanları birbirine bağlayan ilişkileri düzenleyen ve bireylerin ortak olarak tabi olduğu genel eğilim ve kanunlar toplamıdır. (Sos. Bil. Ans. , 421)

Toplumsal yapıyı oluşturan kurumları üç düzeyde anlamak gereklidir. İlki, küresel düzlemdir. Burada küresel düzeyde etkili ekonomik ve siyasi örgütlerden bahsedilebilir. İkinci düzey, ulusal düzeyde toplumu  etkileyen eğitim, iş yaşamı, toplumsal tabakalaşma, ekonomik ve siyasi kurumlar, din iletişim gibi yapılardır. Üçüncü düzeyde ise daha çok lokal ve yerel düzeylerde biçimlenen aile ve hane halkları, kent ve kır örgütleri gibi yapı öğelerini düşünebiliriz. (Fulcher, James  ve Scott, John  (1999) Sociology, Oxford University Press)

Toplumsal Yapı ve Kültür

Sosyolojideki kuramsal tartışmalara göre toplumsal yapıyı tanımlarsak iki eğilim öne çıkar. Bunlardan biri olan yapısalcı-işlevselci kuramlara göre, toplumsal yapı bireylerin kurumsallaşan beklentilerini ve davranışlarını belirleyen normatif bir çerçeve oluşturur. Marksist kurama ve çatışma görüşüne göre ise, toplumsal yapı, toplumda kaynakların dağılımına bağlı olarak oluşan toplumsal eşitsizlik ve egemen iktidar ilişkilerinin belirlediği kurumlar ve ilişkilerden oluşan bir bütündür.

Toplumsal yapı sosyal bilimler tarafından toplumlarda var olan toplumsal kesimler ve kurumlar arasında bir ilişkiler bütününe işaret eder. Bu ilişkiler toplum üyelerinin davranışlarını biçimlendirir. Toplumsal yapı bu anlamda kültürden farklıdır. Bir toplumun kültürü, o toplumda var olan inançların sembolik temsilleri üzerinden şekillenir. Semboller ise toplumun üyeleri arasında fikir veya duyguları yansıtan kelimeler, mimikler veya gösterimlerden oluşur. Toplumda kültür bu semboller aracılığı ile paylaşılır ve aktarılır. Toplumdaki tüm etkinlikler ve ilişkiler kültürün içinde temsil edilir. (Fulcher, James  ve Scott, John  (1999) Sociology, Oxford University Press)

Toplumun yeni üyelerinin kültürün öğelerini öğrenip içselleştirmesi, toplumsal yapıyı tanıması ve kurumların işlevlerini öğrenmesi bireyin toplumsallaşma sürecidir. (Orenstein, 1985)

Toplumsal Değişme

Toplumsal değişme kuramcılar tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bu tanımlar arasında yapısal-işlevselci görüş, Max Weber’in yorumsamacı ve toplumsal-eylem kuramı ve Karl Marx’ın toplumsal eşitsizlik ve sınıfsal çatışma görüşleri öne çıkar. Yapısal-işlevselci  kuram, bir olayın nedenlerini  ve toplum  için yapısal sonuçlarını ele alan görüştür. Bu görüşe göre, toplumların nüfuslarının artması, o toplumdaki  hizmetlerin çeşitlenmesi ve farklı kişiler tarafından yerine  getirilmesini gerektirir. Bu da geleneksel toplumdan modern topluma geçişin  temelidir. Yine bu görüş  içerisinde, toplumsal iş bölümü içinde belirlenen toplumsal rollerin ve bu rollere atfedilmiş toplumsal konum ve prestijlerin toplumsal yapıyı belirlediği söylemi   mevcuttur.  Marksist ve çatışma kuramı ise, toplumsal sistemleri alt-yapı (ekonomi, üretim, sınıf ilişkileri) ve üst-yapı (kültür ve ideolojiler) olarak iki farklı parçaya ayıran, alt-yapının üst-yapıyı belirleyici olduğuna dikkat çeken görüştür. Marx toplumsal değişimi, hem evrimsel bir süreç olarak, hem de sınıfsal mücadele ve çatışmanın en son çözülme aşamasında radikal bir dönüşüm veya devrim olarak açıklar. Max Weber ise toplumsal dönüşümü kapitalistleşme süreci olarak tanımlar. Gelenekselden moderne bir değişimi vurgulayan Weber’e göre,  doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi değer yargıları ve geleneklerin yerini, modern toplumla beraber faydayı gözeten bir bakış açısı almıştır.

Toplumsal Tabakalaşma, Sınıf ve Statü

Toplumlar bir bütün olmasına rağmen kendi içlerinde homojen değildirler. Toplumda bazı grup ve kesimlerin diğerlerine göre var olan fırsatlardan ve haklardan daha çok yararlandıkları  bilinen  bir gerçektir. Toplumsal eşitsizlik sadece bir toplumda farklı gruplar arasında değil,  küresel düzeyde toplumlar arasında da etkilidir. Modern toplum öncesinde de eşitsizlikler var olmasına rağmen, dilde kavram olarak eşitsizlik yoktur. Ancak bu durum, siyasi ve sosyal alanda Fransız Devrimi, ekonomi alanında ise Sanayi  Devrimi ile değişmiştir. Kilisenin ve  dinin otoritesinin zayıfladığı ve insanların kendi aklını kullanarak kendi kaderleri üzerinde  söz  sahibi olmaları, toplumsal tabakalaşmanın ve eşitsizliklerin doğmaya başlamasına neden olmuştur.

Toplumsal tabakalaşmanın tarih boyunca çeşitli aşamaları ve biçimleri olmuştur. Feodal dönemde toprak sahipliğine bağlı bir eşitsizlik varken, bunun meşrulaştırması efendi kula,  kul da efendiye muhtaçtır şeklinde olmuştur. Modern toplumda ortaya çıkan eşitsizlikleri ise, “sosyal sınıf” ve “statü” kavramları ile açıklamak mümkündür. Sosyal sınıf ve statü kavramları, toplumbilim çalışmalarının temelini oluşturmakta ve farklı kuramlarla açıklanmaktadır. Ancak, temel olarak sosyal sınıflar, sanayileşmiş bir toplumda ve yeni iş bölümü çerçevesinde ortaya çıktıklarından, “aileden kalan bir mevkiden daha çok kazanılmış bir sosyal konuma”  işaret eder. Sosyal sınıf kavramının yanında “sosyal statü”  kavramı,  daha çok kişilerin toplumdaki mesleksel konumlarına veya bağlı bulundukları aile, cemaat,  aşiret gibi topluluklar kanalıyla elde ettikleri mevkiye dayanan ve o toplumda var olan kültürel değerler ve normlara göre o mevkiye tanımlanan unvan, prestij gibi kriterler ile açıklanır. Sanayileşmiş ve ekonomik olarak gelişmiş toplumlarda genellikle üç sosyal sınıftan söz etmek mümkündür:

Üst sınıf; Gayrimenkul ve menkul sahipliği, işveren, sanayici veya üst düzey yönetici konumunda, toplumda kaynaklara sahip veya kontrol edebilen grup.

Orta sınıf; Beyaz yakalı, masa başı işi yapan, profesyonel mesleklere sahip olanlar, devlet görevlileri.

Alt sınıf; Mavi yakalı, genellikle imalatta çalışan işçiler, el emeği ile çalışanlar, devlet  görevinde daha alt ücretli işlerde çalışanlar, geçici ve güvensiz işlerde çalışanlar ve büyük bir  işsiz kitlesi bu sınıf içinde düşünülebilir.

Bunların yanında sanayileşmekte olan ve tarım sektörünün hala egemen olduğu toplumlarda köylülerden de bahsetmek gerekir. Ancak köylüler bile kendi içlerinde, toprak sahibi olup olmama, toprağın büyüklüğü, ürün çeşidi,  pazarla bütünleşmiş olup olmama gibi konularda farklılıklar göstermekte ve bir tabakalaşma yaşamaktadırlar.

Modern kapitalist toplumlarda sınıf ve statü eşitsizliklerinin ortaya çıkması ve sistemde meşru olması, farklı kuramlar tarafından açıklanmış olup, tek bir nedene dayandırılması zor olan bir durumdur. Örneğin, Marksist kurama göre, toplumsal sınıflar insanlık tarihinde ilk kez özel mülkiyet haklarının ortaya çıkması ile başlarlar. Ancak,  kapitalist toplumda emek sahibi ile sermaye sahibi arasındaki üretim ve mülkiyet ilişkisi, bir tarafta sermayenin, iş yerinin ve makinelerin sahipliği, öbür yanda geçimini sağlamak için emek gücünü satmak durumunda  olan bir kitle sınıf, eşitsizliğin varlığını kanıtlar. Max  Weber’e  göre, sosyal sınıflar toplumda mal ve hizmetlerin  değiştirildiği pazar içinde  oluşurlar. Pazara mal ve hizmet  sunanlar arasında oluşan fırsatların farklı  gruplar  arasında ortak olarak paylaşıldığı durumlar, sosyal sınıfları meydana getirir.  Ancak Weber’in sınıf  tanımında ikilik değil aksine neredeyse sadece kişiye özel  olabilecek  kadar  sınıf  olasılığından söz eder.  Weber, sosyal sınıfların ekonomik olarak  pazar içinde belirlendiğini, öte yandan  toplumlarda  “toplumsal  prestij, şeref, itibar” gibi sosyal faktörlere bağlı ortaya çıkan eşitsizliği “statü” farklılaşması olarak tanımlamak gerektiğini  söyler. Örneğin,  toplumumuzda  mühendislik,  işletmecilik ve yöneticilik  konularındaki meslekler yüksek  itibarlı  kabul  edildiğinden  toplumda ayrıcalıklı bir statü grubu  oluştururlarken, zanaatkârlık yapılan  mesleklerin itibarı düşük  olmakta ve bu da  grubun  statüsünü  olumsuz etkilemektedir.

Bir diğer eşitsizlik ise siyasi olarak örgütlü olup olmama durumudur. Bir siyasi partiye, sendikaya ya da derneğe üye olmak, haklarını savunabilmek ve yönetime daha yakın olabilmek adına daha avantajlı olan bir sınıf oluşturmaktadır.

Yapısal işlevselci görüşe göre, toplumsal tabakalaşma toplum için olumlu bir katkısı olan ve geçmişten bugüne  kadar  süren,  toplumların  önemli  bir  özelliğidir.  Toplumdaki  bazı  konumlar  işlevsel  olarak diğerlerinden daha önemlidir. Toplum için önemi yüksek  olan  meslek veya mevkiler ya toplumun devamı için büyük önem taşımaktadırlar ya da  gereksinim duydukları bilgi beceri vasıflılık düzeyi yüksektir. Ki bu donanıma gelebilmek hem zaman olarak hem de maddi olarak bir fedakârlığı gerektirir. Toplumlarda her konumun gereksinimine ve yapılan bu fedakârlığa  karşı ödüllendirme sistemi olmalıdır. Aksi takdirde  o  toplumda  istikrar ve sağlıklı bir toplumsal düzen  sürdürülmesi olanaklı değildir. Yine bu kurama göre, eğitimin kişilerin yeteneklerine göre verilmesi ve kişinin de bu eğitim sürecinde yaptığı fedakârlığın karşılığını alması sağlanmalıdır.

Sonuç  olarak,  toplumsal  eşitsizlik veya tabakalaşma kuramları, sosyal sınıf  ve  statü  farklılaşmalarını çok  farklı  ilkeler  düzeyinde  ele  aldıklarından,  bu kavramların  tek  düze  bir  tanımı  olanaklı  değildir. (Sibel Kalaycıoğlu, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, s:9 Dora Yayınları)

Yeni Orta Sınıf

Son yüzyıl içinde dünya sahnesine çıkan yeni bir sınıf var ve bu sınıfın talepleri bildiğimiz ekonomik ve siyasal gündemin içinde cevap bulamıyor. Dolayısıyla da bu gündemi değiştirmek ve bu şekilde kendi dışındaki kesimlerin taleplerini de dile getirmek potansiyeli var. Sözünü ettiğimiz ‘yeni’ orta sınıf olarak nitelendirilen, nüfus içinde oranı sürekli büyüyen bir grup. Ayırt edici özelliği modern toplumda oluşan iş bölümünde eğitim, beceri, bilgi gerektiren işleri yapmaları. Kendileri işveren değiller, ama vasıfları itibariyle vazgeçilemez bir konumdalar, zihinsel emekleri karşılığında ödüllendiriliyorlar; daha fazla sorumluluk alıp karar verme durumundalar. Eğitim ve işverenlere karşı nisbî özerklik ‘yeni’ orta sınıfı tanımlamak için önemli kriterler. Buradan çıkarak bu kesimin işçi sınıfı ile ilişkilendirdiğimiz toplumsal hareketlere fazla rağbet etmeyeceğini söyleyebiliriz. Onların daha çok bireysel özgürlük, çevre duyarlılığı, devletin baskıcılığı tür konularda duyarlı olacağını bekleyebiliriz. Yeni sınıfın yeni tür taleplerle sahneye çıktığı ilk büyük örnek olarak 1848’de çeşitli ülkelerdeki devrim çabaları olarak düşünülebilir. 1848’in gençleri miadını doldurduğunu hissettikleri eski rejimin kendileri dışındaki insanların bireysel özerkliğini kabul edemeyen aristokrat ve muhafazakar kalıplarından kurtulmak istiyorlardı. Fransa’da ilk başta toplantı yasaklarına karşı örgütlenmişlerdi, sonunda siyasî katılım hakkı elde ettiler. Avrupa’nın diğer ülkelerinde, Latin Amerika’da denemelerine rağmen yeteri kadar güçlü bir hareket oluşturamadılar ve yenildiler. Fakat “ulusların ilkbaharı” diye anılan bu devrim dalgası köken olarak çoğunlukla küçük burjuvaziden gelen ‘gençler’i toplumlarının nasıl dönüşeceği tartışmasında baş rol oynayacak aktör olarak sahneye çıkardı.

Bugün için daha anlamlı bir örnek ise neredeyse yarım yüzyıl önce, bugünkü Türkiye’nin gelişme düzeyine benzer bir noktada, Batı ülkelerinde yayılan 1968 olayları. Aynı 1848 gibi Fransa’da başlayıp dünya düzleminde önem kazanan ‘68 hareketinde de kemikleşmiş bir elit tarafından engellenildiğini düşünüp sokağa çıkan gençler vardı. Hızla büyüyen bir üniversite nüfusu, maddi sıkıntıyı geride bırakmış bir orta sınıf, babalarının iktidarına karşı çıkıp kendine özgürlük alanı açacak bir siyasî platform arayan, kendi bilgilerinin değerlenebilmesi için gerekli ortamı oluşturmaya çalışan eğitimli gençler. Talep ettikleri siyasî dönüşümü hemen elde edemeseler dahi, bu sefer kazanan gençler oldu, ve 68 olayları Batı dünyasının toplumsal gelişmesine damga vurdu. Meksika, Kore, Türkiye gibi yeni orta sınıfın gelişme düzeyinin aynı ölçekte olmadığı toplumlarda 1968’in yansımaları gözüktü fakat sosyal bileşenler farklıydı. Buralardaki hareketler daha çok devletçilik, kalkınmacılık ve anti-emperyalizm çerçevesinde devleti yönetenleri etkilemeye yönelik gündemlere hapsoldular. Başarıya ulaştıkları zaman ise toplumun çoğunluğu tarafından hazmedilmemiş, bu nedenle de sonradan geriye döndürülecek, reformlara yol açtılar. (Çağlar Keyder, Yeni Orta Sınıf, The Science Academi)

Toplumsal Hareketlilik

“Toplumsal  Hareketlilik”  kavramı,  toplumda  farklı  toplumsal  konumlar,  pozisyonlar  arasında  yer değiştirme  anlamına  gelmektedir.  Kişinin  toplumsal  hareketliliği  ya  o  kişinin  yaşam  süresi  içindeki kazanımlarını  karşılaştırarak,  ya  da  evvelki  nesiller ile  (babadan  oğula)  arasındaki  farka  bakılarak ölçülmeye çalışılır. Toplumsal hareketliliğin kişinin kendi yaşam süresi içinde olan hareketlilik nesil içi (intragenerational)  hareketlilik;  kişinin evvelki nesillere kıyasla elde ettiği hareketlilikte nesiller arası (intergenerational)  hareketlilik olarak adlandırılır. Ayrıca, nesiller arası hareketlilikte yukarı dikey hareketlilik  olduğu kadar aşağı dikey hareketlilik de olabilir. Yani kişiler evvelki nesillere göre, toplumda babadan aldıkları konumlarını meslek statüsü, prestij, gelir ve eğitim olarak kaybedebilirler. Nesiller arası hareketlilikte babadan oğula hiçbir değişiklik olmadan da kalabilir. Oğul, babası ile aynı statü,  prestij düzeyinde  bir  meslek edinebilir. Toplumlarda hareketlilik toplumun   ekonomik, teknolojik ve toplumsal gelişmesini gösteren çok önemli bir göstergedir.  Toplumda yeni olanaklar, fırsatlar, konumlar ortaya  çıktığı ve bunlar  kişiler arasında  yeteneğe ve kişinin kendi  kazanımlarına göre dağıtıldığı zaman, yukarı  toplumsal  hareketlilik aşağı hareketliliğe göre  daha  yüksektir. Bu anlamda meritokratik bir yapının geliştiğinden söz etmek olanaklı olur. Aksi halde,  kişi babasının sağladığı konumdan fazla  ileri gidemedi ise, hatta aşağı düşmüşse,  o toplumda sanayileşmenin gelişmediği, yeni fırsatların oluşmadığı veya meritokratik sisteme göre dağıtılmadığı anlaşılır. Sonuç olarak, sınıf/tabakalaşma ve hareketlilik analizlerinde bugün gelinen noktada sadece meslek kategorilerinin kullanıldığı görülmektedir. Mesleğe dayalı  statü endekslerine en çok  yöneltilen eleştiriler arasında,  mesleğin kişilerin ellerindeki sermaye, mal ve taşınmazlara ait mülkiyet konumlarını belgelemekten uzak  oluşu;  toplumda her  zaman aktif  iş gücü içinde  yer  almayan ancak potansiyel iş gücünü oluşturan grupları kapsam dışı bırakması;  özellikle  hane  reisinin meslek statüsü üzerine yoğunlaşıp, hanelerde artık giderek önemli bir gelir getiren kadın emeğini yok saymasıdır.  (Sibel Kalaycıoğlu, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, s:12 Dora Yayınları)

Türkiye’de Toplumsal Yapı ve Tabakalaşma

Türkiye’de sınıf/tabaka konusunda yapılan çalışmalarda daha çok 1960-1970 döneminin  özelliğini yansıtan  tarihsel ve politik yanlar ağır basmıştır. Öncelikle işçi sınıfı tarihi  konusunda çalışmalar yapılmış, ardından kırda ve kentteki sınıflar incelenmiş, bu sınıfların  ekonomik koşullara göre nasıl stratejiler geliştirdiği anlatılmıştır. Kentsel sınıflarda meslek ve  meslekteki mevkiler, kırsal sınıflarda ise toprak mülkiyetlerinin şekli ve büyüklüğü ana kriterler olmuştur. Türkiye’de toplumsal sınıfların oluşmasında, çok güçlü bir mekanizma  olan aile ve akrabalık ilişkilerinin çok büyük etkisi bulunmaktadır. Doğal olarak bu,  Batıdaki  sanayileşme sonucu ortaya çıkan ve bireyin  toplumsal  işbölümündeki yerinin belirlenmesinde aile kökeninden çok, kazanımlarının etkili olduğu sınıf modeli değildir. (Sibel Kalaycıoğlu, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, s:13 Dora Yayınları)

Türkiye’nin toplumsal yapısı üzerine çalışma yapan başlıca araştırmacılar: Ziya Gökalp, Prens Sabahattin, Behice Boran, Mübeccel B.Kıray, İbrahim Yasa, Tahir Çağatay, Nihat Nirun, Ömer Bozkurt, Nevzad Yalçıntaş, Niyazi Berkes, fierif Mardin, Özer Ozankaya, Eyüp Kemerlioğlu, Korkut Boratav, Emre Kongar, Orhan Türkdoğan, Birsen Gökçe, Nur Serter, Beylü Dikeçligil, Aytül Kasapoğlu, Mehmet Ecevit ve Bahattin Akşit’tir.

 

Yararlanılan Kaynaklar;

– Henslin, J.M., Essential of Sociology

– Sibel Kalaycıoğlu, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Dora Yayınları

– Durkheim, E. Toplumbilimsel Yöntemin Kuralları, Çev. C.B.Akal,B/F/S Yay

– MACIVER, R. M. -C. H. PAGE, Cemiyet I, (Çeviren: A. Kurtkan), MEB Yayınları

– ERGİL, Doğu, Toplum ve İnsan, Turhan Kitabevi

– FİCHTER, Joseph, Sosyoloji Nedir?, (Çeviren: N. Çelebi), Selçuk Ün. FEF Yayınları

– Fulcher, James  ve Scott, John,  Sociology, Oxford University Press

– Çağlar Keyder, Yeni Orta Sınıf, The Science Academi

Yorum bırakın